23 Haziran 2015 Salı

Çiçek aşısı Türk İcadı...

Efendim elime 18’inci yüzyılda yaşamış bir İngiliz Hanımefendi’nin yazdığı bir kitap geçti.. İçinde bizi ilgilendiren çok ilginç bilgiler var.
Anlatayım da siz de öğrenin… Lady Mary Wortley Montagu, soylu bir İngiliz kadını. Soylu olduğu kadar dönemine göre sıradışı karakteri olan da biri. Öyle, “evimin hanımı olayım, oturup çocuklarımı büyüteyim” diyecek birisi değil yani. Lady Mary, daha çocukken latince öğrenip, şiirler kaleme alan biri. “Peki, bir İngiliz’in bizimle ne ilgisi var” dediğinizi duyar gibiyim. Anlatıyorum efendim sabırlı olun… Lady Mary’nin sıradışı olduğunu söylemiştim size. Tabi aynı zamanda da dik baslı. Babası istemese de kendisinden 11 yaş büyük olan politikacı Edward Wortley Montagu’ya aşık olur ve onunla evlenir.
Günün birinde Edward Wortley, İstanbul’a elçi olarak atanır. Tam bir seyahat tutkunu olan Lady Mary durur mu? O da kocasıyla İstanbul’da alır soluğu... Lady Mary’nin İstanbul’a geldiği tarih 1711. Yani Osmanlı’da kampumbağaların üzerine mumları koyup, Hasbahçe’de gezdirdikleri Lale Devri yaşanıyor. Tabi böyle bir tanımlama Lale Devri’ne haksızlık olur. Lale Devri, sanatın ön plana çıktığı ve yenilikçi icraatların hayata geçirilmeye çalışıldığı bir dönemdir aynı zamanda. Lady Montagu, Osmanlı’nın bu dönemini yaşayıp, izlenimlerini de, İngiltere’deki arkadaşlarına yazdığı mektuplarla anlatmaya başlar. O yazdığı mektupları da, “Elçilikten Mektupla” ismini verdiği, tarihi değeri yüksek bir kitapta toplar. Lady Mary Montagu, oldukça meraklı birisi tabi. İstanbul’u karış karış gezerken bir olaya şahit olur. Kendisi çok güzel bir kadındır ama yüzünde, çocukluğunda geçirdiği Çiçek hastalığından kalma Çapur adı verilen izler vardır.
Tabi bu yüzden Çiçek hastalığına duyarlı birisidir. Bir gün İstanbul’da gezerken yaşlı bir kadının çiçek hastası olanlara bir çeşit tedavi yöntemi uyguladığını görür. Tabi bu hastalıktan çok çektiği için kadının yaptıklarını dikkatle izlemeye başlar. O da ne, meğer o yaşlı kadın, bizim şimdilerde bildiğimiz Çiçek aşısını uyguluyormuş. Yani, kısaca Çiçek hastalığı geçirmiş birinin kanını alıp güneşte kurutuyor, ardından kuruttuğu kanı sulandırıp ceviz kabuğunun içine dolduruyor, sonra da damarlarda iğneyle açtığı deliklerin üstüne koyup bağlıyormuş. Ya işte Lady Mantagu, “aman koca karı ilacı bu” diye düşünmeyip, aşının uygulamasını ayrıntılarıyla öğrenip, kaleme alır. Memleketine dönerken, artık elinde o dönemde salgınlara neden olan bir hastalığın çaresi vardır. Tabi, bulduğu bu çareyi hemen doktorlara anlatır anlatmasına da beklemediği bir tepkiyle karşılaşır. Tıp çevreleri, “Aman efendim Osmanlı’da cahil bir kadının yaptığı şey bu, bu şekilde hastalık mı iyileşirmiş” gibi sözlerle yöntemi yerden yere vururlar. Off off tabi Lady Mantagu’e nin sakalı yok ki dinlesinler. Atalarımız boşuna, “bir nusubet bir nasihate bedeldir” diye boşuna dememişler. Gel zaman git zaman İngiltere’de çiçek hastalığı salgını baş göstermiş... Çoluk çocuk, bir çok kişi Çiçek’ten kırılmaya başlamış. Tabi kendini beğenmiş İngiliz tıpçıları bütün tedavi yöntemlerini bir bir denemişler ama ne çare, hastalığı bir türlü engelleyememişler. Allahtan birinin aklına Lady Mantagu’nin İstanbul’da bulduğu tedavi yöntemi gelmiş. Son çare ona gidip yöntemi öğrenip, uygulamaya başlamışlar. Aşıyı kısa sürede üretip, önce mahkumlar üzerinde denemişler. İşe yaradığını görünce de daha fazla üretip, çiçek hastalığının kökünü kazımışlar. Yani Osmanlı’da yaşlı bir kadının bu yöntemi Kraliyet Ailesi dahil herkesi çiçek hastalığından kurtarmış. Yaa işte efendim böyle... Lale Devri’nin İstanbul’undan Lady Mantagu isminde hem güzel hem de zeki bir İngiliz kadını geçmiş. Geçerken elde ettiği bilgilerle de tıp bilimine Çiçek hastalığının çaresini hediye etmiş... Ah ah düşünen, araştıran insan işi bunlar diye boşuna demiyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder